Hayatı kategorize edenlerden değilim. Asla böyle bir takıntım olmadı. Hayatın bir armağan olduğunu düşünmenin mistik yolculuğuna çıkmışken; başarılar, kayıplar, sevinçler, hüzünler, hırslar bahçesine tur atmak için uygun bir an değildi biliyorum. Geriye bakarak yaşamanın yanlış olduğu duygusunu, küçücük bir hastane odasında son yolculuğuna hazırlanan bir arkadaşım acı bir şekilde hatırlatıverdi.. Ellili yaşlarda kansere yenik düşerken erken gitme telaşı içinde olmasına rağmen bittiğini kabul etmişti. Hoşçakal demeye hazırlandığı bir veda anıydı. İlk tanışmamız çook eskilere dayanır. Lise yıllarını yeni yaşayanlara, bu erken bir hikaye gibi gelebilir. Benim yaşımdakiler için artık bir tarih olmuş derken, yatağında sararmış solmuş arkadaşımla bir an göz göze geldik. "Artık bitti" diye düşünürken ağlamamak için başımı başka yöne çevirdim. Hayatımın en zor dakikalarıydı.. Canımızın sıkıldığı veya birilerine kızdığımız anlarda hep ağzımızdan dökülüverir 'bitti' sözcüğü. Bu kelimenin sahiciliğini, o güne kadar gerçekten anlamadığımı, anladığım dakikalarda beynim yine dipsiz kaoslarında yuvarlanırken, başım nerde bir yerlere çarpacak diye düşünmeye başlamıştım. Birilerinin düşüncelerime 'dur' demesini beklerken; işte beklediğim tokat gelmişti... Arkadaşım sessizce fısıldadı 'son mevsim'. Buraya kadar.. Güçlü olmaya çalıştım. Hani romanlarda okuruz, kahramanlar yüreklice gidene veda ederken dimdik ayakta kalırlar. Gözyaşlarını saklayarak karşısındaki kişiye belli etmemeye çalışırlar ya... Hepsinin kocaman bir yalan olduğunu yaşamayan anlamaz dediğimiz bir deneyimin ucundaydım. Ben tepinmeye bile vakit bulamadan arkadaşımın bilinç kaybı ve komaya girme durumları hızlıca gelişti. Sanki derin bir uyku hali gelmişti solgun yüzüne. Çoktaaan, bu dünyadan kopmaya hazırlanırken duygularımı hissedecek tedirginliğiyle, gözyaşlarımı saklamak gibi bir saçmalık içindeydim. Oysa 'o' uçmuş gitmiş ve melek olmuştu. (çocukluğumda duyardım büyüklerimden iyi insanlar öldüğü zaman melek olurmuş diye.. Yıllar geçtikçe eskimeyen bir düşünce gibi takılmış kalmış beynimin bir köşesinde)..
KAÇ BÖLÜM YAŞIYORUZ?
Bir an nefes alamadım. Hastanenin koridorlarından kendimi dışarıya attım. Oksijen duygusunu hiç bu kadar acil hissetmemiştim. Ayaklarımın beni çekmediğini anlayınca bir banka oturma ihtiyacı hissettim. Çevremdekilerin sesleri çınlayarak uzaklaşıyordu. Yalnızdım hiç kimse yoktu sanki ve arkadaşımın son sözlerini tekrarlıyormuşum devamlı, sonradan yakınımdakilerin söylediklerine göre. 'hayat kaç mevsim'.. diye... Sahi hayat denen bize sunulan bir hediyeyi kaç bölüm yaşıyoruz.. Kocaman bir serüvene sığdırdığımız mevsimleri saymak bir yana; kader dediğimiz senaryolarımız muammalı bir yolculukta ilk ve son durak arasında geçen bir süreçte bitiş noktasına gelinceye kadar ölüme çok uzak gibiyiz. Arkadaşımın neşeli ve yaşama komik baktığı günler geldi aklıma.. Ölümün yalnızca filmlerde olduğu ve gerçek hayatta aklımızda olmayan mutlu geçen masalımsı çocukluk yıllarımız.. Okul dönemleri, ilk aşklar, evlilikler, ilk acılar ve daha neler neler. Hiçbir şey sonsuza kadar kaybolmak kadar insanı acıtmıyordu. Doğum ve ölümün bizim elimizde olmadığını kabullenmenin zorluğu içinde ayağa kalkarak hastanenin kapısından çıkarken; beynimde çakılı duran düşüncelerden uzun bir zaman kopamayacaktım belli ki.. Hayat kaç mevsim?.. Biz hayatımızın kaçıncı mevsimindeyiz sona doğru koşarken? Filiz Özkol...KHA...
0 Yorumlar